Küllerinden Doğan Mabet:Ayasofya
Yerinde öğreniyoruz serimize ilk olarak Ayasofya’dan başlıyoruz.Bu seride mimari yapıları sektörden bir öğrenci arkadaşımla beraber inceleyip, araştırdığımız bilgileri yerinde görerek öğreniyoruz.Amacımız günümüzde kullandığımız birçok yöntemin ilk çıkış yerini öğrenmek ve sizlerle de paylaşmak.Bu eserleri bir gün ziyaret etme şansınız olursa bu yazıları tekrardan okuyarak yapıların detaylarını kaçırmamış olursunuz.Keyifli okumalar.
Serimizin bu yazısında, bugünkü adıyla, Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’ni iç mimarlık öğrencisi Fatma Nur Yer’le beraber inceledik.İncelemede eşlik ettiği için teşekkür ederim.Gelin hep beraber Ayasofya’yı tanıyalım.
Ayasofya Tarihi
Ayasofya aynı yere üç kez inşa edilmiş bir eserdir. Günümüzdeki Ayasofya “Üçüncü Ayasofya” olarak bilinmektedir. Ayasofya’nın ilk inşaatı Hıristiyanlığı Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul eden I. Konstantin döneminde başlatıltı. İstanbul’un yedi tepesinden birincisi üzerinde ahşap çatılı bir bazilika olarak inşa edilen ve o dönemde ‘Büyük Kilise’ ismiyle anılan bu yapının açılışı, 360 yılında II. Konstantin döneminde gerçekleşmiştir. 404 yılında başlayan isyanda çıkan bir yangın neticesinde büyük ölçüde harap olan bu yapıdan günümüze ulaşan bir kalıntı bulunmamaktadır.
İkinci Ayasofya, İmparator II. Theodosius tarafından birincisinin üzerine inşa ettirilmiş ve 415 yılında ibadete açılmıştır. Yine bazilika şeklinde ve ahşap çatılı olarak inşa edilen bu yapı ise, 532 yılında İmparator Jüstinyen aleyhinde çıkan Nika Ayaklanması’nda isyancılar tarafından yakılıp yıkılmıştır.
İmparator Jüstinyen isyanın hemen ardından ilk ikisinden çok daha büyük ve görkemli bir Ayasofya yaptırmaya karar vermişti. Üçüncü Ayasofya, Dünya’nın En Büyük Mabedini yaptırmak isteyen Bizans İmparatoru I. Jüstinyen tarafından 532-537 yıllarında inşa ettirildi.
Bugüne kadar gelen Ayasofya’nın 532 yılında başlayan inşası, 537 yılında tamamlandı.Ayasofya’nın yapımını, dönemin ünlü bilim insanları fizikçi Miletli İsidoros ve Trallesli matematikçi Anthemius yönetti. İki baş mimar ile birlikte çalışan yüz mimar ve her mimarın emrinde yüz işçi, binanın yapımını 5 yıl 10 ay gibi kısa bir sürede tamamladı.O dönemin şartlarına göre Dünya’nın en büyük mabedini bu kadar kısa sürede yapmak hiç kolay değildi.Bu kadar hızlı olması teknik açıdan hatalara sebep olmuştu.
- Ayasofya’nın yapımında, ahşap malzeme yerine güçlü, çevre şartlarına ve ateşe dayanıklı olduğu için tuğla kullanıldı. I. Justinianus, idaresindeki vali ve krallardan, bu büyük kilisenin yapılması için kendi memleketlerinde bulunan harabelerden en güzel malzemeleri göndermelerini istedi.
İmparatorluğun her yerinden tapınak, hamam ve saraylardan sütun, korkuluk, çerçeve ve pencere parmaklıkları sökülüp İstanbul’a getirildi.Bu sebeple Ayasofya’nın taşıyıcı sutunlarının boylarında 30 santimetreye kadar fark vardır.(Görsel-1) Fil ayakları büyük kalker taşından yapılan, duvarları tuğla olan Ayasofya’nın inşasında İran tarzı takip edildi.Ayasofya’nın havada gibi duran geniş kubbesinin yapımında çok hafif olduğu için Rodos toprağı tercih edildi. Bu topraktan kalıba dökülmüş tuğlalar, Rodos valisi tarafından hazırlatılıp kısa sürede gönderildi.Hafifliğinden ve yoğunluğundan dolayı bu taşlar suyun üzerinde yüzebilmektedir.Ayasofyanın bir diğer sırrı ise kullanılan harçtadır.Roma Mimarisin’de yaygın olarak kullanılan ‘’volkan tüfünü’’ kısa sürede İstanbul’a getirtmek mümkün olmadığı için mimarları zekice bir fikir üretti.Modern çimentodan asırlar önce tuzsuz nehir kumu,kireç ve tuğla tozunu kullanarak antik çağ çimentosu ürettiler.(Malzemelerin birleşmesi kalsiyum silikatı oluşturdu).Ana kubbeyi iki yarım kubbe üzerine oturtmak mümkün değildi.Rodos’tan getirilen tuğlaları bile taşıyamazdı.Buna çözüm olarak ilk defa pandantifi Ayasofya’da kullanmış oldular.(görsel)3. Ayasofya’nın inşaası bitirilmişti ama bu yapı daha çok badireler atlatacaktı.Süleyman Mabedi’nden daha büyük bir Mabed yaptıran I. Jüstinyen buranın adını Hagia Sopiha yani ‘’Kutsal Bilgelik’’ koydu.
(Görsel-1 boyları farklı sütunlar)
5 yıl gibi kısa bir sürede bitirilme hırsı Ayasofya’da statik açıdan bir çok hataya sebep oldu.Ana taşıyıcıları destekleyen dev payandalar yerine kemer tonozlarla koridorlar açılması bunlardan biriydi (Görsel-2).Dünya’nın En Büyük Mabedi daha tamamlanmadan yanlara doğru genişlemeye (bel vermeye) başlamıştı bile.Yapıyı taşıyan sutünlar eksenlerinden ve kaidelerinden kaymaya başlamıştı.Bunu farkeden mimarlar canlarını kurtarabimek için seslerini çıkartmadılar.Bu hatalar nedeniyle kubbenin elips şeklini almasını da onlardan başka fark eden olmamıştı.
(Görsel-2 kemer tonozlarla açılan koridorlar)
Kubbesi 20 yıl sonra yaşanan depremden zarar gören Ayasofya’nın doğu tarafı da 558 yılında çöktü. Miletoslu İsidoros tarafından 5 yılda onarılan kubbeye dışarıdan payandalarla desteklenen alçak bir kasnak eklendi, kubbe kırk pencereyle hafifletildi ve yüksekliği 7 metre artırıldı.(Görsel-3)
(Görsel-3 kubbeye sonradan eklenen pencereler)
Doğu Roma’nın İmparatorluk Kilisesi olarak kullanılan Ayasofya, tarih boyunca isyanlar, savaşlar ve doğal afetleryüzünden sık sık tahrip olmuştu. Ayasofya en büyük yıkımlardan birini 1204’te 4. Haçlı Seferi sırasında yaşadı, İstanbul’un ele geçirilmesiyle Ayasofya da yağmalandı. Bu dönemde Ayasofya, Roma Katolik Kilisesi’ne bağlı bir katedrale dönüştürüldü. 16 Mayıs 1204 ‘de Latin İmparatoru I. Baudouin imparatorluk tacını Ayasofya’da giydi. 1.Baudouin kendisinin Ayasofya’ya gömülmesini söyler ve isteği yerine getirilir.İstanbul tekrar Doğu Romanın eline geçirilmesiyle kemiklerin öğütülerek Haliç’e atıldığı rivayet edilse de teknoloji ve bilimin gelişmesi bizlere kemiklerin hâlâ orada olabileceğini gösteriyor.
Ciddi hasarlar almış olan Ayasofya, İstanbul’da tekrar Doğu Roma idaresinin sağlanmasının ardından tamirlerle ayakta tutulmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, yapılan tamiratlar yetersiz kalmış ve İmparator II. Andronikos, 1317’de finansmanını ölen eşi İrini’nin mirasından karşılayarak binanın doğu ve batı kısımlarına 4 adet istinat duvarı ekletti.
İstanbul’un Fethi ve Koca Sinan’ın Ayasofya Dokunuşu
Osmanlılar fethin nişanesi olarak kabul ettikleri ve kıymet verdikleri Ayasofya Camii’ne Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren büyük özen göstermiş, bakım-onarım faaliyetlerini sürekli hale getirmiş ve camiyi eskisinden çok daha sağlam bir yapıya kavuşturmuştur. Bilhassa Mimar Sinan’ın Ayasofya’ya yaptığı eklemeler ve düzenlemeler, bu insanlık mirasının bugün hâlâ ayakta kalmasında çok büyük rol oynamıştır.
Ayasofya Camii’ni kendi hayratı olarak vakfeden ve çok sayıda akar bağlayarak bakım-onarım maliyetlerini garanti altına alan Fatih Sultan Mehmed Han, önce caminin yanına bir de medrese inşa ettirerek eğitim faaliyetlerini başlatmıştır. Ayasofya’nın ilk minaresi de Fatih Sultan Mehmed Han döneminde ahşaptan inşa edilmiştir. Uzun yıllar varlığını sürdüren bu minare 1574 yılındaki büyük tamiratta kaldırılmıştır. Ayasofya Camii’nin ikinci minaresi ise, Sultan II. Bayezid Han döneminde tuğladan inşa edilmiştir.
Ayasofya’ya en fazla ilgi gösteren Osmanlı padişahlarından biri de Sultan II. Selim’dir. Binanın yorgunluk emareleri göstermesi üzerine II. Selim,dünyanın ilk deprem mühendislerinden biri sayılan, Osmanlı Başmimarı Mimar Sinan’ı Ayasofya’nın bakım ve onarımı için vazifelendirmiştir.İlk yapıldığı yıllardan beri kimsenin çözemediği elips kubbenin sebebini Mimar Sinan çözmüştü.Ona gelinceye kadar yapının bel vermesini engellemek için doğu batı ekseninde payandalar eklenmişti ama çözüm olmamıştı.Yapıya Kuzey Güney aksında 8 payenda ekleyerek (Görsel-4) 7 siddetinin üzerinde 8 deprem gören Ayasofya’nın bugün bile dimdik ayakta durmasını sağladı.
(Görsel-4 yapıya sonradan eklenen payandalar)
Ayasofya etrafında padişah türbelerinin yapımına da Sultan II. Selim Han için Ayasofya Külliyesi’nin haziresine Mimar Sinan tarafından inşa edilen ilk türbe ile başlanmıştır.
Osmanlı’nın yıkılması Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla 1930’da restarasyona giren Ayasofya 1934’de Bakanlar Kurulu kararıyla müzeye çevrildi.
Ayasofya, 1985’te UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine girdi.
Açılışından İstanbul’un fethine kadar 915 yıl kilise, 1453’ten 1934’te alınan kararla müze oluncaya kadar cami olarak kullanılan, 86 yıldır da müze olarak hizmet veren Ayasofya, Temmuz 2020’de tekrar camiiye dönüştürülmüş ve Ayasofyai Kebir Camii Şerifi adını almıştır.Camii Türkiye’de yerli ve yabancı turistler tarafından en çok ziyaret edilen yapıların ilk sırasında yer alıyor.
(Ana taşıyıcı fil ayağı)
Bir İç Mimarlık Öğrencisinin Gözünden Ayasofya
Merhabalar ben iç mimarlık 2. Sınıf öğrencisi Fatma Nur Yer.Ayasofyayı kendi araştırmalarım ve bakış açımdan yorumlayacağım,iyi okumalar.
Ayasofya devşirme yapı malzemeleriyle oluşur.Ayasofya’da kullanılan sütun ve mermerler; Aspendos, Ephesos, Baalbek, Tarsus gibi Anadolu ve Suriye’deki antik şehir kalıntılarından getirilmiştir. Beyaz mermerler Marmara Adası’ndan, yeşil somakiler Eğriboz Adası’ndan, pembe mermerler Afyon’dan ve sarı mermerler Kuzey Afrika’dan getirilerek Ayasofya’da kullanılmıştır.Yapının iç kısmında yer alan duvar kaplamalarında; tek blok halinde mermerlerin ikiye bölünerek yan yana getirilmesi ile simetrik şekiller ortaya çıkarılmış ve damarlı renkli mermerlerin iç mekânda kullanılmasıyla dekoratif bir zenginlik oluşturulmuştur. Ayrıca, Efes Artemis Tapınağı’ndan getirilen sütunların neflerde, Mısır’dan getirilen 8 adet porfir sütununun ise yarım kubbeler altında kullanıldığı bilinmektedir.
Ayasofya’nın mermer kaplı duvarları dışındaki tüm yüzeyler birbirinden güzel mozaiklerle süslenmiştir. Mozaiklerin yapımında altın, gümüş, cam, pişmiş toprak ve renkli taşlardan oluşan malzemeler kullanılmıştır.Ayasofya Doğu Roma Dönemi’nde İmparatorluk Kilisesi olması nedeniyle İmparatorların taç giyme merasimlerinin yapıldığı mekândı. Bu sebeple Ayasofya’da ana mekanın sağında bulunan, renkli taşlardan yuvarlak ve geçmeli desenli yer döşemesi, Doğu Roma İmparatorlarının taç giydiği bölümdür. Zaman içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kendi kültüründen izler taşıyan eserlerle de donatılan yapı, günümüze kadar her iki dinin ve kültürün etkisini taşıyan bir şaheser oldu. Ayasofya’daki türbeler, iç donanımı, çinileri ve mimarisiyle klasik Osmanlı türbe geleneğinin en güzel örneklerini oluşturmaktadır.
Ayasofya dış cepheden bakıldığında dahi yorgun gözüküyor.Yapı malzemelerinin gerek devşirme oluşu gerekse doğal afetler ve savaşlara tanıklık etmesi bunu doğruluyor. Tarihini her okuduğumda , o sütunların ve birbirinden eşsiz taşlardan oluşmuş duvarların,devasa kapı ve camların arasında dolaştıkça keşke bu yapı malzemelerinin dili olsa da tarihi anlatsa diyorum. Osmanlı Devletinin bizlere bıraktığı bu şaheser kesinlikle gezilip görülmeyi ve içerisinde en az iki üç saat durup araştırma yapılmayı hakediyor. Osmanlı Devleti cidden hiçbir tarihi yere zarar vermemiş aksine onarmış ve dönüştürmüştür.Bunun en güzel örneği ise neredeyse 1500 yıllık olan Ayasofya’dır. Ayasofya beni hem teknik anlamda hem de tarihi anlamda büyüledi;gerek kapılardaki, sütun başlıklarındaki ve duvarlardaki işlemeler
gerekse birbirinden anlamlı çiniler bunu doğruluyor. Eğer giderseniz sütunlardan birinde yunus figürleri ve Poseidon’un mızrağını göreceksiniz. Çünkü yunuslar bizans için önemli canlılardı.Beni bir diğer büyüleyen işleme ise 4 meleğin figürleri.Serafim melekleri İbrani/ Hristiyan inancına göre en üst düzey meleklerdir ve tanrıya en yakın melekler olduğu için Ayasofya’nın kubbesini taşıyan altı kanatlı dört büyük Serafim meleği işlenmiştir.Benim yorumlarım bu kadar okuduğunuz için teşekkür ederim.
Bir İnşaat Mühendisliği Öğrencisinin Gözünden Ayasofya
Ayasofya adeta Zümrüdüanka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğarak geçmişten bugüne kadar gelmiştir.Bugün bizlere pek çok ders verdiğini düşünüyorum.Proje yönetiminden, (O çağda böylesi devasa bir yapımın 5 yılda bitirilmesi) konuyla ilgisi olmayan yöneticilerin hırslarından dolayı yapılan ciddi hatalara kadar…Osmanlı Devleti’nde tarihi yapılara ne kadar önem verildiğini de Ayasofya’da açık olarak görüyoruz.Çok sevdiğim ‘’mühendis bahane değil çözüm üretir’’ sözünün Ayasofya’da nasıl kullanıldığı da önemli bir başlık.Ana kubbenin 2 yarım kubbe üzerine oturtulmasından, kullanılan pandantiflerden, o çağda volkan tüfü bulamadıkları için kendi çimentolarını üretmeleri buna çok güzel bir örnektir.Bir diğer önemli gördüğüm konu ise günümüzde yapı kıyımları yapılırken o dönemde bir mimari yapıya verilen değerdir.Ayasofya’nın ayakta kalabilmesi için çok fazla emek verilmesidir.Burada da kubbenin 7 metre yükseltilip, pencereler eklenip ayakta tutulması;Mimar Sinan’ın payandalar ekleyerek yapıyı bugüne kadar taşıması önemli bir mühendislik çalışması örneklerindendir.Bizler mühendis olarak görevimiz en kolay ve düşük maliyetle çözüm üretmektir.Ayasofya’yı araştırdığımızda bir çok rivayet bulabiliriz.Yapımının başında getirtilen rahibin tılsımı,Hızır as. camiinin yönünü kıbleye çevirmesi gibi…Ayasofya’yı ayakta tutan bunlar değil akıl ve bilimin gücüdür.Ayasofya’ya girdiğimizde bütün yapı elemanları,süslemeleri bizlere çok şey anlatıyor.Bir gün yolunuz düşerse uzun uzun incelemenizi tavsiye ederim.
Serimizin ilk yazısının burada sonuna geldik.Okuduğunuz için teşekkür ederim.
(Pandantiflerdeki melek figürü)
KAYNAKÇA
Anadolu Ajansı:
https://www.aa.com.tr/tr/ayasofya-camii/dunden-bugune-ayasofya/1905766
Ayasofya Camii:
https://www.ayasofyacamii.gov.tr/tr/ayasofya-tarihi
TRT Belgesel