Organik Mimarlık

Organik mimari veya Organik mimarlık insan barınma ihtiyaçları ile doğal hayatın bir uyum içinde yer almasını savunan bir mimarlık felsefesi ve anlayışıdır. Bir diğer yandan, eğer binanın çevresiyle uyumu sağlanamıyorsa doğa taklit ettirilir. Doğa ile hem yapının bulunduğu inşaat alanının hem çevresinin hem de iç dekorasyonunun bir harmoni içinde iç içe olmasını savunur.
Organik mimari terimi ilk kez Amerikalı mimar Frank Lloyd Wright tarafından kullanılmıştır.
Günümüzde organik mimari için sadece işleve veya forma bakılarak farklı tanımlamalar yapılmaktadır. Örneğin binada alışılmışın dışında şekilsizlik veya belli bir forma benzememe durumu söz konusu olduğunda direkt olarak organik mimari yakıştırması yapılması tartışmalara sebep olmaktadır. Buna karşın Frank Lloyd Wright’ın 1975 yılında yazdığı “In The Cause Architecture” kitabındaki tanımlamaya göre binalar, çevresiyle mimarın diretmesi olmadan kendi kendine uyum içine girer. Eğer mimar çevreyi doğru analiz eder ve malzemelerin doğasını doğru bir şekilde anlarsa yapının şekli, malzemeleri ve görünüşleri belirlenmiş olur.
Tüm bu anlayışlara göre organik mimari, çevresiyle kontrast oluşturmayan, canlı, akışkan ve esnek formda modern yapıları oluşur. Bu tarz yapılarda taş, toprak, kil, ahşap gibi malzemelerin kullanılması ahengi güçlendirir.
Organik mimari doğaya hizmet ederken aynı zamanda sadeliğiyle, işlevselliğiyle de ön plana çıkar ve mimaride sürdürülebilirlik kavramını da beraberinde getirir.
Organik mimarinin 7 temel özelliği
*Organik mimari; keskin ve sert geçişlerden uzak, yumuşatılmış parabolik yüzeyler içerir. (Organik mimariye sahip yapılarda sert geçişlere, sert keskin hatlara neredeyse hiç rastlanmaz)
*Modernist, fütüristik tanımlaması kazandırırken gelenekselci yaklaşımlardan arınık heykelsi, grafik değeri yüksek ama aynı zamanda perspektif oluşturan mimari yapılar amaçlar.(Dairesel, parabolik ve eliptik formlara sahip olabilirler. Pek çok mimara ve tasarımcıya göre over-design ya da başka bir ifadeyle zorlama olarak adledilebilir.)
*Geleneksel yapısal elemanlara organik mimaride rastlanmaz. (Organik mimariyle birlikte gelenekselci yaklaşımlardaki klasik çatı çözümleri yerini yapısal kabuklara bırakmıştır. Benzer şekilde bina girişi,cephenin nerede bitip nerede başladığı, dışarıdan bakıldığında iç mekana dair herhangi bir işaret veren unsur olmaması da organik mimari için karakteristik özelliklerdendir.)
*Merak uyandıran, gizemli ve taklit edilmesi neredeyse imkansız yapısal çözümlerdir.(Yapıları barındırdığı ve kullanım amacına göre fonksiyon kazandırdığı iç çözümlerde giriş, sirkülasyon alanları gibi hacimlerin dışarıdan algılanmasını güçleştirir.)
*Tasarım, yapım ve işletme maliyetleri oldukça yüksek yapılardır.
*Bilinenin aksine organik mimariye sahip yapılar mükemmel veya hatasız değildir. (her ne kadar yüksek mühendislik ve mimarlık hesaplamaları, analizleri raporları ve tasarım stratejileri ile geliştirilse de organik mimari yapıların her zaman mükemmel uygulama detaylarına sahip olmadıklarını bilmekte yarar var.
Yağmur suyu sistemleri, kar yükü, rüzgar yükü veya temizlenebilirlik, malzeme tercihleri gibi konularda sürdürülebilir olmadıkları da bilinmelidir.
Şelale Evi, Frank Lloyd Wright.
Wright bu yapıda, o zamanlar daha çok kamu binalarında kullanılan uluslararası stilin dilini, doğanın içinde yer alan özel bir konut yapısına uygulamıştır. Organik mimarinin örneklerindendir.
Ev bir şelalenin üzerinde yer almaktadır, ısıtma birimleri (şömineler) arsada mevcut olan kayalardan oluşmaktadır. Bazı kaya parçaları arsada bulundukları yerde bırakılmıştır ve bu kaya parçalarının döşemeden çıktığı görülmektedir. Aslında Wright bu kayalara döşemeyi taşıtmak istemiştir fakat bu bölge Kaufmann’ların güneşlenmek için favori yerlerinden olduğundan Kaufmann kayaların olduğu gibi kalmalarını istemiştir.
Sesi yapının her yerinden duyulabilen şelale, yakın çevre ve mevcut arsadan çıkan taşlardan oluşturulmuş taş duvarlar ve konsol çalışan teraslar bir uyum sağlayarak Wright’ın “Organik Mimari” anlayışını ortaya çıkarmaktadır.
Tasarım büyük pencereler ve balkonlarla doğaya olan yakınlığı vurgulamaktadır. Şelale; sesinin evin her yerinde duyulmasına rağmen sadece dışarıya çıkıldığı zaman görülmektedir. Bunun için oturma odasından su seviyesine kadar inen bir merdiven inşa edilmiştir. Binanın karmaşık yatay tabakalaşması, terasın açık renk beton korkuluğu ve öne çıkan çatı ile vurgulanmıştır ve doğal taşlardan oluşan küpün etrafında gruplanmıştır. Fakat yine de kesintiye uğrar ve bölünmüşlük hissi verir.
Ana binanın üst kısmındaki yamaçta, kapalı bir merdiven ile bağlantısı olan ana yapı ile aynı kalitede ve özenle inşa edilmiş bir garaj, personel için bir daire ve bir konuk evi yer almaktadır.
Mimar Kendrick Bangs Kellogg’un Çöl Evi tasarımı
Mart 1986’da sanatçı Bev Doolittle ve kocası Jay Doolittle, Joshua Tree Ulusal Parkı yakınlarındaki çölde pişmiş kayaçlar arasında yeryüzüne yerleştirilmiş bir öbür dünya için tasarımlar geliştirmeye başladı.
Doolittle evi, milyonlarca dolarlık evlerden biridir ve Coachella Vadisi’nin lüks emlak piyasasını ve çevredeki çölü yönlendirmektedir. Bu evin verdiği örnekten güç alan yapılardaki artış, büyük bir arz yarattı ve eskiden yapılmış geleneksel bazı evlerin, hatta tanınmış mimarlar tarafından yapılmış evlerin bile hızlı bir şekilde satış yapmakta zorluk çekmesine neden oldu.
Doolittle ev ağır, çöl kumlarına karşı demirleniyor. Açık havada sert bir kalkan oluşturan tahta parçaları şeklindeki beton duvarlar, koza benzeri 500 metrekare ağı kaplıyor. Yirmi altı sütun, kanatlara benzeyen tavan çizgilerini desteklemektedir.
Menrad “Sanki büyüdüğü ortamdan, mantar benzeri şekilde büyüyor gibi görünüyor” dedi. “Araziyi hiç rahatsız etmiyor … Bu peyzajın bir parçası ve bu onun evi.”
Wilkinson Konutu
Robert Oshatz’ın 2004 yılında tamamladığı Wilkinson House, alanıyla barışık modern mimarinin bir örneğidir. Ev, Kuzeybatı Pasifik’teki ormanlık bir alanı kaplar, hızlı aşağı eğimli bir eğimde, evin ana katının ağaç gölgeliği arasında oturmasına izin verir. Evin dışı, bakır, sedir zona ve bakır metal çatı içeren bir dizi yatay katmandan oluşuyor. Camdan yapılmış duvarlar, iç mekanda bol miktarda doğal aydınlatma ve çevredeki kanopinin manzarasını sağlayarak, ikamet edenin çevredeki kuş yaşamını görme ve duyma arzusunu tatmin eder ve manzaranın bir parçası gibi hissetmesini sağlar.
Giriş yolu küçük bir Japon bahçesinden geçmektedir. Ev, çeşitli yerleşik mobilyalar, tezgahlar ve dolaplar ile oldukça geniş, açık bir plana sahiptir. Ana yaşam alanı, oturma alanı, mutfak ve yemek alanı ve şömine köşesi içeren tek kişilik bir odadır. Ana mekan ağaçların arasında çok geniş bir güverteye açılıyor. Ev, ana katta 234 metrekare, alt katta 159 metrekare olmak üzere toplam 393 metrekare, üç tam yatak odası ve iki buçuk banyo ile.
Doğal malzemeler, sıcak bir iç ortam yaratmak için çeşitli renkler ve dokular sağlar. Malzemeler arasında sedir zona, ahşap kaplama, alçıpan, halı, arduvaz karo, granit karo ve bakır bulunur. Malzemeler içeriden dışarıya doğru devam ederken, evin alanı içeri ve dışarı akıyor gibi görünüyor. Eğriler mekana huzur katar; Bir dizi kavisli, yapışkan lamine kiriş, yüksek tavan üstünü destekler, sedir zona bir dizi organik eğriyi tanımlar ve ana alana bitişik camla çevrili bir meditasyon odası, kesit olarak bir dairedir.
Oshatz dokunulmamış hiçbir ayrıntı bırakmadı; doğal havalandırma ve çevre dostu gaz yakıtlı sıcak su radyan yerden ısıtma sağladı. Sakin bir müzik aşığı olduğu için, iç mekan akustiği dikkatli bir şekilde kontrol edildi ve evin boşluğunun müziğin akışıyla rezonansa girmesine izin verildi.
Harran Evleri, Şanlıurfa
Organik mimariye örnek olarak verilebilecek olan Harran evleri; yazın serin, kışın sıcak tutmasını sağlayan, doğada bulunan, kerpiç ve taş kullanılarak yapılır. Kubbeli yapılar, çevre sıcaklığı baz alınarak tepede ve duvarlar üzerinde küçük boşluklar bırakılarak havalandırılır.
Evler, küçük kubbeli odaların içerden birbirine bağlanmasıyla oluşturulur. Yapı, dışardan bakıldığında, topraktan yükselen, kendiliğinden var olmuş tümsek izlenimi verir. İnsanın barınma ihtiyacını doğayla bütünlük içinde çözümleyen bu yapı, türün öne çıkan örneklerindendir.
UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne alınan ve tarihi 250 yıl öncesine dayanan bu evler, içerden ve dışardan balçıkla sıvandığı için bugüne kadar ulaşır.
Casa Mila
Bilinen bir diğer örnek Antoni Gaudi tarafından tasarlanan Casa Mila. 1906-1910 yılları arasında Barselona’da inşa edilen bu bina La Pedrera (Taş Ocağı) lakabıyla da bilinir. 1984 yılında UNESCO Dünya Mirasları listesine giren Casa Mila, 2 avlu etrafında sonsuzluk sembolü şeklinde tasarlanmıştır ve cepheler boyunca devam eden dalgalı formlara sahiptir.
Mimar, alışılmışın dışına çıkarak tekrarlı kat planları yerine düzensiz kat planları kurgulamıştır. Kullanılan çelik miktarını arttırarak binanın statik duruşuna katkı sağlayan sağlayan Gaudi, deniz dalgaları gibi gözüken dış cepheleriyle başta -dönemin mimari anlayışına uymadığı için- büyük tepkilere maruz kalsa da sonradan yapının değeri anlaşılmıştır. Casa Mila’nın içine giren ışık miktarını da detaylıca düşünmüş ve her bir mekanın olabildiğinde aydınlık olmasını sağlamıştır. İç mekanda kullanılan renkler ziyaretçilere doğada olma izlenimi verir.
Cephe boyunca devam eden dalgalı form, yapıya parçalar halinde değil de yekpare bir şeklide oluşmuş izlenimi verir. Yapının bu hali, organik mimarinin kendi içinde var olan ahengiyle bütünlük oluşturma ilkesine öncülük eder.
Yapının adeta bir heykel gibi tasarlanan bacaları ve Art Nouveau işlemeli balkon korkulukları gibi detayları da incelikle ele alınır.
Heykel Ev
1967’de Jacques Gillet tarafından tasarlanır. Betonarmenin sınırları zorlanarak tasarlanan konut, ilk insanların yaşadığı mağara evlerini andırır. Yapı, katı kütlesel bir form yerine kabuk izlenimi veren asimetrik bir formda tasarlanır.
Doğadan ilham alınarak yapılan eser, sonradan yapılmış gibi değil de, bölgede var olan mağaralar üzerine yapılmış birkaç dokunuşun ürünüymüş gibi bir izlenim verir.
Yapı doğanın içinde adeta asimile olur.
Stockholm İstasyonu
İsveç’in başkenti Stockholm’de bulunan metro istasyonu sanatı ve günlük hayatı adeta birleştirir. Yapımı yaklaşık 50 yıl sürer ve 150 sanatkar yapımında rol oynar. Heykelden resme birçok sanat eserini bünyesinde bulunduran bu metro, dünyanın en uzun galerisi niteliğindedir.
Yer altındaki ana kayanın oyulup ardından belirli bölgelerde renklendirilmesiyle insanların günlük hayat içindeki koşuşturmacasını bir nebze rahatlattığından bahsedilir. Ana kaya oyulduktan sonra yaklaşık 7cm kalınlığında beton spreyleme tekniğiyle kayanın şeklini alan beton, metroya modern bir mağara görünümü vermiştir. Yürüyen merdivenlerden aşağı doğru indikçe sanatsal hareket hızla insanları içine çekmektedir.
İstasyon, ‘Sanat toplum içindir.’ ifadesinin hayat bulmuş hali gibidir.
Bulunduğu çevreyi yok sayıp tamamen betonarme bir istasyon inşa etmek yerine; ana kayanın tasarıma dahil edilmesi, organik mimarinin tüm yapısal ögelerde kullanılabileceğini gösterir. İstasyonun bugünkü halini almasında Karl-Olov Björk ve Anders Aberg gibi sanatçıların büyük etkisi bulunur.
Bavinger Evi, ABD.
Yapı, 1955’te, ABD’de Bruce Goff tarafından tasarlanır. Çatı üstünde yürünebilecek bir rampa tasarlanır. Malzemenin tüm imkanlarını kullanan Goff, yerel demir taşından yapılan duvarlar arasına cam kırıntıları yerleştirir. Bulunduğu yerdeki topraktan doğmuşçasına sarmal bir formla, yaklaşık 30 m yükselen yapının zemininde kullanılan taşlar, arazi ile bütünlük oluşturur. Masallardaki gökyüzüne ulaştıran sarmaşığı andıran çatı örtüsü, kablolar ile yeryüzüne bağlanır. Bu sarmal çatı, merkezdeki çelik direğe bağlanarak kablolarla desteklenir. İç mekanda, bölücü duvarlar yerine farklı kotlar ve perdeler kullanılarak işlevler, birbirinden ayrılır. Böylece yapı, daha esnek bir kullanım olanağı sunar.
Kaynaklar
https://www.gzt.com/arkitekt/dogaya-bir-atif-organik-mimari-3580052
https://avciarchitects.com/tr/mimarligin-gelecegi-organik-mimarlik/
https://nordiksimit.org/2020/12/stockholm-metrosu-sanat-turu/
https://archeetect.com/tr/selale-evi/